T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
BİTLİS / ADİLCEVAZ - Akyazı Köyü İlkokulu

Haberler

Nis

 

Bir varmış, bir yokmuş, çok çok eski zamanlarda yedi tane kızı olan bir kral yaşarmış. Bu kralın kızlarının içlerinde en güzeli en küçük olanlarıymış. Küçük prenses havanın güzel olduğu günlerde gölün kenarında altın topuyla oynamayı çok severmiş. Yine günlerden birgün altın topuyla göl kenarında oynarken birden top göle düşüvermiş. Küçük prenses:

-" Topum gitti! " diyerek ağlamaya başlamış. Tam o sırada göl kenarındaki küçük bir kurbağa prensese:

-" Benimle arkadaş olursan, yemeğini paylaşır ve geceleri yatağına alacağına söz verirsen sana topunu getiririm" demiş. Küçük prenses:

-" Tamam" demiş. Fakat kurbağa topu prensese verir vermez prenses hızla oradan koşarak saraya dönmüş. Akşam olduğunda kral ve ailesi sofraya oturmuşlar. Tam o sırada kapıdan bir vraklama sesi duyulmuş. Kral:

-" Kim o? " diye sorunca küçük prenses babasına olanları anlatıp kurbağaya verdiği sözü söylemiş. Kral:

-" Söz, sözdür kızım" diyerek küçük prensesin nefret dolu bakışlarına rağmen kurbağaya sofrada yer verilmiş. Yemek bittikten sonra küçük prenses yatmak üzere odasına gitmek için yerinden kalktığında kurbağa:

-" Ben ne olacağım" diye vraklamış. Kral kızına :

-" Kızım verilen sözlerle ilgili söylediklerimi umarım unutmamışsındır." diye hatırlatınca küçük prenses kurbağayı alıp odasına götürmüş ve bir köşeye bırakmış. Kurbağa küçük prensese:

-" Yastığına gelmek istiyorum" demiş. Küçük prenses isteksiz bir şekilde ağlayarak kurbağayı alıp yastığına koyunca kurbağa birden yakışıklı bir prense dönüşmüş. Prenses şaşkınlık içersinde ne olduğunu anlamaya çalışırken prens:

-" Korkma, bir cadı beni büyü yaparak kurbağaya dönüştürmüştü ve ancak bu büyüyü bir prenses bozabilirdi. Artık bir kurbağa değilim arkadaş olabiliriz." dedi.

Prens ve prenses çok geçmeden evlenip çok mutlu oldular.

Onlar ermiş muradına biz çıkalım tahtına.....

 

Nis

 

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok yoksul bir karı-koca varmış. Öyle yoksul, öyle yoksullarmış ki, bir kel oğlancıklarına bile gereği gibi bakamazlarmış. Keloğlan da, inadına, hiçbir şeye aldırış etmeyen bir insanmış.

Günün birinde, Keloğlan'ın annesi oğluna seslenmiş:

— "Hadi, Keloğlan, al şu darıları değirmene götür, öğüt de getir, ekmek yapayım, akşama yiyelim."

Keloğlan darı çuvalını yüklenmiş. Tam değirmene geldiği sırada bakmış keklikler yiyecek arayıp duruyorlar.

— "Bunları da Tanrı yarattı!" deyip darıları kekliklere saçmış.

Akşama eve döndüğünde anasına ne demiş biliyor musunuz?

— "Değirmenci yoktu, darıları bıraktım geldim, ana." demiş.

Ertesi sabah gene değirmene yollanmış. Darıları saçtığı yere gelince elindeki değneği hızla yere çalmış. Bir de bakmış karşısına bir dev dikilmiş. Keloğlan, hiç korkmadan, deve bağırmış:

— "Tez ver darılarımı! Onları sen yedirdin kekliklere. Ben şimdi ne diyeceğim anama?"

Keloğlan'ın bu aldırmazlığı devin pek hoşuna gitmiş.

— "Al şu sofrayı. Acıkınca: "Açıl, sofram, açıl!" der. Karnını doyurursun." demiş, Keloğlan'a bir tepsi vermiş.

Keloğlan: "Açıl, sofram, açıl!" deyince, sofranın üstünde en seçme yemekler belirmemiş mi?
Keloğlan tıka-basa karnını doyurmuş. Gelgelelim bir gün, nasıl olmuş I sa olmuş, hırsızlar Keloğlan'ın sofrasını çalmışlar. Bunun üzerine Keloğlan gene değirmen yoluna düşmüş. Artık alıştı ya; vurmuş değneğini yere. Bu kez de sofra değil, bir eşek vermiş. Keloğlan eşeğin başını tutup çevirince, hayvandan altınlar dökülmeye başlamış. Sonra Keloğlan eşeğine binmiş, hamama gitmiş. Eşeği kapıya bağlamış Hamamcıya da: "Sakın eşeğin başını çevirme!" diyerek sıkıca tembih etmiş ama, adam eşeğin başını çevirmiş. Altınları görünce aklı başından gitmiş Eşeği değiştirmiş, başkasını bağlamış.

Keloğlan doğru gene değirmen yoluna. Devi bulmuş, olanları anlatmış. Bu kez dev ona bir topuz vermiş.

— "Bir şölen ver... Hamamcıyı da, bütün tanıdıklarını da çağır..." demiş.

Şölenden sonra, konuklar giderken, topuz içlerinden birini kıstırmış.

— "Çabuk, sofrayı geri getir!" diyerekten başlamış adamın kafasına kafasına vurmaya.

Adam bakmış ki kurtuluş yok, gitmiş getirmiş sofrayı.

Topuz, hamamcıyı da kıstırmış.

— "Çabuk, çaldığın eşeği geri getir!" diyerekten başlamış adamın kafasına kafasına vurmaya. Getirmedikçe de yakasını bırakmamış.

Keloğlan padişahın kızıyla evlenmiş. Bu sofrayla eşek sayesinde karısıyla, annesiyle yüz yıl yaşamışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

 

Nis

Hijyen Nedir?

Sözcük anlamı, sağlık bilimi demektir. Sağlıklı anlamına gelen Hygies, mitolojide tıbbın babası olarak bilinen Eskülap'ın kızı Hygiea'dan gelmektedir. Günümüzde sağlığı koruma uygulamalarının tümüne hijyen denmektedir.

Hijyen İle İlgili Tanımlar

Hijyen ile ilişkili çeşitli tanımlar kullanılmaktadır. Bu terimler aşağıda sıralanmıştır.

Temizlik: Bir yüzey üzerinde mekanik ya da kimyasal etki gösteren ve estetik yönden görünümü bozan her türlü kirin ortamdan uzaklaştırılmasıdır.

Dezenfeksiyon: Patojen mikroorganizmaların ve çok dirençli olmayan diğer mikroorganizmaların tahrip edilmesi, ortamın hijyenik hale getirilmesi için sıcak ya da soğuk su ve deterjan ya da kimyasal maddelerin uygulandığı tüm işlemlere dezenfeksiyon işlemleri denir.

Sterilizasyon: Herhangi bir maddenin veya cismin birlikte bulunduğu tüm mikroorganizmaların her türlü canlı ve aktif şekillerinden temizlenmesidir.  (vejetatif ve spor şekillerinin öldürülmesi)

Dezenfektan: Dezenfektan maddeler patojen mikroorganizmaların tahrip edilmesi için kullanılan kimyasal maddelerdir. Ancak bunların bakteri sporlarını ve tüm virüsleri öldürmeleri beklenmez.

Sanitasyon:Genelde mikroorganizma sayısının emniyetli bir seviyeye düşürülmesi sanitasyon olarak tanımlanır. Bilimsel olarak da mikroorganizmaların 30 saniye içinde %99.9 ölümü şeklinde ifade edilir.

Sanitizer: Dezenfektan ile sanitizer arasındaki en önemli fark seyreltme sırasında karşımıza çıkmaktadır ve bu nedenle de konsantre olan dezenfektan maddelerin patojenleri öldürme olasılıkları çok daha yüksek olmaktadır.

Antisepsi: Patojen mikroorganizmaların üremelerini durdurmak veya öldürmek için canlı doku üzerine kimyasal maddelerin uygulanmasıdır. Antisepsi için kullanılan kimyasal maddelere antiseptik denir. 

Düz sabun: Antimikrobiyal içermeyen ya da sadece koruyucu olacak kadar içeren deterjanı ifade eder. Kir ve beraberindeki mikroorganizmaların fiziksel olarak giderilmesi amacı ile kullanılır.

El hijyeni: El yıkama, antiseptik ile yıkama, antiseptik ile ovma gibi uygulamaları kapsayan genel bir tanımdır.

Besin hijyeni: Besin maddelerinin sağlıklı olması için alınması gereken tüm tedbirleri ifade eder.

Kişisel Hijyen

Kişisel hijyen, bireyin kendi sağlığını devam ettirmesi için yaptığı özbakım uygulamalarını içerir. Bireyin kendi vücudunu ve giyeceklerini temiz tutması ve temizlemesi kişisel hijyenin amacıdır.

Kişisel hijyen; el ve vücut temizliği, çalışılırken giyilecek uygun iş kıyafetlerinin (önlük, eldiven, maske, kep vb.) seçimi, kıyafetlerin temizliği ve personelin genel sağlığı gibi konuları kapsar.

El Yıkama 

Kişisel temizliğimizde, ellerimizin temizliği çok önemlidir. Çünkü eller, günlük yaşantımızda çevremiz ile her türlü bağlantımızı sağlayan, gün boyunca sürekli kirlenen ve bu nedenle de bol miktarda bakteri barındıran organımızdır. El temizliği bireysel hijyenin ilk adımıdır. El yıkama, günlük yaşantı içinde her şeyden önce kişinin kendi sağlığı için önemliyken, çalışma ortamında, diğer kişilerin sağlığı için de önem kazanmaktadır.

Kişi tüm dış ortam kirleticilerinin sürekli etkisi altındadır. Eliyle dış ortamdaki bir çok kirletici etmene dokunur. Ayakkabılarıyla gezerken kirletici bir takım öğeler basar. Tozlar vücuduna ve saçlarına konar. İnsan derisi bir dereceye kadar dışarıdan gelen kirleticilere karşı koruyucu bir engel oluşturmaktadır. Ancak derideki çatlaklar, yaralar bir takım hastalık etkenlerinin kolayca vücuda girmesine neden olabilir.

El Yıkama Tekniği

  • El yıkama öncesinde takı ve mücevher gibi aksesuarlar çıkarılır, akmakta olan su altında eller ıslatılır.
  • Bilekler, avuç içi, ellerin sırt ve parmak araları ile tırnakların kenar ve uçları sabun ile köpürtülerek en az 20 saniye süreyle kuvvetlice ovuşturulur.
  • Eller su altında iyice durulanır.
  • Eller bileklerden başlayarak kağıt havlu ile kurulanır.
  • Aynı kağıt havlu ile musluk kapatılır.

Detaylı bilgi için:

Besin Hijyeni

Besinlerde fiziksel, kimyasal, biyolojik ve duyusal özelliklerin toplamı kaliteyi oluşturmasına rağmen, sağlık açısından güvence en fazla aranan kalite özelliğidir. Besin maddelerinin hijyenik koşullarda üretilip, hijyen zinciri bozulmadan tüketiminin sağlanması sağlıklı beslenmede önemli bir kriterdir. Besinlerin üretiminden tüketiciye ulaşana kadar geçen işlemler zincirinde, çeşitli kaynaklardan bulaşan mikroorganizmalar uygun koşullarda hızla çoğalarak besinlerin duyusal kalitesinin bozulmasına, ekonomik kayıplara ve besin kaynaklı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.

Besin kaynaklı enfeksiyonlar hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin en önemli halk sağlığı sorunları arasında yer almaktadır. FAO (Gıda Tarım Örgütü) ve WHO, Besin Güvenliği Uzman Komitesi, kontamine besin tüketiminden doğan besin kaynaklı hastalıkların dünyadaki en sık görülen sağlık sorunu olduğunu işaret etmektedir.

Yaşamın sürdürülebilmesi ve sağlığın korunması için yeterli ve dengeli beslenme gereklidir. Bu gereksinimin besinlerle karşılanması açısından güvenli gıda tüketimi bir zorunluluktur. Oysaki; yaşamımızın temel maddesi olan besinler, satın almadan tüketime kadar geçen aşamalarda hijyenik koşulların yeterince sağlanamaması nedeniyle zararlı hale gelebilmekte ve sağlığımız için gizli bir tehlike oluşturabilmektedir.

Besin güvenliğinin sağlanması ve besin kaynaklı hastalıkların önlenmesinde besinleri;

  • Satın alma,
  • Depolama,
  • Hazırlama ve pişirme ile
  • Servisi esnasında hijyen kurallarına uyulmalıdır.

Mrt

 

 

Matematik ve astronomi bilgini, trigonometri biliminin kurucusu (D.10 Hazi­ran 940, Ho­rasan / İran - Ö. 998, Bağdat)  Tam adı Ebu el-Vefa Muhammed b. Muhammed b. Yahya b. İsmail b. el-Abbas el-Büzcanî olup, "Mühen­dis" ve "Hâsib" lakaplarıyla da tanınır. Yaşamı hakkında fazla bilgi yoktur. Herat ile Nişabur arasındaki Buzcân kasabasında (bugünkü Türbet-i Câm) doğdu. Matema­tik alanında temel bilgileri amcası Ebu Amr el-Mugâzilî ve dayısı Ebû Abdullah Muhammed b. Anbese'den aldı. Da­ha sonra Bağdat'a giderek devrin tanın­mış bilginlerinin yanında öğrenimini tamam­ladı ve Bağdat'ta ders vermeye, mate­matik ve astronomi alanında araştırma­lar yapmaya başladı. Rasatları­nın (gözlem) çoğunu burada Büveyhî emirlerinden İzzüddevle Bahtiyar b. Muizzüddevle döneminde yaptı. Bu konu­da görüşlerinden yararlanmak için Birûnî ile mektuplaşıyordu. Bu sırada Birûnî'nin Harizm'de, Ebü'l-Vefâ'nın Bağdat'­ta gözledikleri "birküs" olayının gözlem so­nuçlarını karşılaştırdılar. Ayrıca Birûnî kimi eserlerinde onun gözlemlerinden söz etmiştir. Ebü'l-Vefâ'nın, çağdaşı olan Ebu Ali el-Hubûbî ile de mektuplaştığı ve Hubûbî'nin üçgenlerin alanını bulma konusunda ondan kimi formüller istedi­ği bilinmektedir.

959 yılından itibaren ölümüne kadar Bağdat'a bilimle meşgul olan Ebu'l Vefa, matematik ve astronomi alanlarında temel eğitim aldı ve özellikle trigonometri üzerinde çalışmalar yaptı ve bu alanda kitaplar yazdı. Batlamyus'un ile Diophantos'un eserlerini inceleyip açıkladı, astronomi sahasında ise Ay'ın hareketleri üzerine çalıştı.

Matematik ve astronomideki hizmetleriyle bilim tarihinde önemli bir yeri olan Ebu'l Vefa, yıldızların eğimlerinin kesin ve doğru bir şekilde ölçülebilmesi için bir duvar oktantı geliştirdi. Bundan başka trigonometri çizelgelerinde hesaplamalar yapmak için gelişmiş metotlar üretti ve küresel trigonometrideki kimi problemlerin çözümü için yeni yöntemler buldu. Astronomik gözlemler için sinüs b (ceyb) ve tanjant b(zıl) değerlerini gösteren çizelgeleri on beşer dakikalık açı aralıklarıyla hesapladı.

Trigonometrinin altı esas oranı arasındaki trigonometrik münasebetleri ilk kez ortaya Ebu'l Vefa'nın belirlediği bu oranlar, günümüzde aynen kullanılmaktadır. Ayrıca küresel trigonometride sinüs teoremini açıklamıştır.

Ebu'l Vefa, Habeş el-Hasib ve el-Mervezi gibi önemli matematikçileri izleyerek tanjant ve sekant fonksiyonlarını tanımladı. Sekant kâşifi olarak genellikle Kopernik bilinirse de, ünlü bilim tarihçilerinden Monte Candon ve Carra de Vaux'un araştırmaları sonucu bu buluşun Ebu'l Vefa'ya ait olduğu saptanmıştır.

Trigonometrinin yanında cebir bilimi üzerinde derinlemesine çalışmalarda bulunan Ebu'l Vefa, o zamana dek bilinmeyen dördüncü dereceden denklemlerin çözümünü gerçekleştirmiş; eski Yunanlıların ve Hintlilerin çözemediği birçok problemi geometrik yollarla çözmeyi başarmıştır.

Ay üzerindeki bir kratere, ona ithafen, Abul Wafa adı verilmiştir. Ünlü bilim tarihçisi Plorian Cajori, "History of Mathematics" adlı eserinde onun hakkında şöyle demiştir:

"Ebu'l Vefa şüphesiz ki Harezmi'nin matematik ve geometrideki buluşlarını önemli ölçüde geliştirdi. Özellikle de geometri ile cebir arasındaki münasebetler üzerinde durdu. Böylece, bazı cebirsel denklemleri geometri yoluyla çözmeyi başardı ve diferansiyel hesap ve analitik geometrinin temelini kurdu. Bilindiği gibi, diferansiyel hesap insan zekâsının bulduğu önemli ve çok yararlı bir konu olup bilim ve teknolojik çağdaş gelişmelerin temel kaynağını oluşturmaktadır. Ayrıca Battani'nin trigonometriyle ilgili eserlerini inceleyerek girift ve anlaşılmayan yönlerini açıklığa kavuşturdu."

En önemli eseri kabul edilen Kitab ül Kâmil, trigonometri ve astronomi hakkındadır. Eserin birinci bölümünde, yıldızların hareketinden önce bilinmesi gereken sorunları, ikinci bölümünde yıldızların hareketlerinin incelenmesi, üçüncü bölümde ise yıldızların hareketlerine arız olan şeyler anlatılmaktadır.

ESERLERİ:

Kitab'ül-Kamil (Trigonometri üzerine), Ez-Ziyc'üs Şamil (Astronomi üzerine), Kitabün fi Amel-il-Mistarati vel-Pergar vel-Gunye, Kitab ma Yahtacu İleyh-il-Küttab vel Ummal min İlm-il-Hisab, Kitabun Fahirün bil Hisab, Kitabun fi ilmi Hisab-il-musellesat-il-Küreviyye, Kitabun fil-Felek, Kitabun fil-Hendese, Kitab'ül-Medhal ila Aritmetik, Tefsir-üi-Harezmi fil Cebri vel-Mukabele.

 

Ock

Harzemşahların son hükümdarı (D. ?, - Ö. 1231, Silvan yakınları / Diyarbakır). Doğum tarihi ve yeri konularında yeterli bilgi yoktur. Asıl adı Mengü Bedri olup, Celaleddin Mengüberdi olarak da bilinir. Harzemşah hükümdarlarından Alaaddin Muhammed ile Hint kökenli bir cariye olan Ayçiçek Hatun'un büyük oğullarıdır.

 Genç yaşta, merkezi Gazne olan Gur bölgesinin yönetimine getirildi. Babasının yanında seferlere katıldı. 1216'da Moğollarla yaptığı savaşta Cengiz Han'ın oğlu Cuci'yi bozguna uğrattı. Babası Alaeddin Muhammed,  annesi Terken (Türkan) Hatun'un etkisiyle önce başka bir cariyeden olan Uzlag Şah'ı veliaht gösterdiyse de, Moğol akınlarının başlamasından sonra Celaleddin'in kendi yerine geçmesini vasiyet etti. Bunun üzerine kardeşleri ve bazı emirler Celaleddin'e karşı harekete geçti. Horasan'a giden Celaleddin, oradan Gazne'ye geçerek büyük bir ordu kurdu ve Parvan yakınlarında Moğol güçlerini bozguna uğrattı. Ama komutanları ganimet kavgasına düşünce ordusu dağıldı ve kendisini izleyen yeni Moğol ordusuna İndus kıyısında yenildi.

Bir başka yenilgi ise onu hükümdar yaptı. Celaleddin, babasının Cengiz Han'a yenilerek Aralık 1220'de Hazar Denizi'nde bir adada ölmesi üzerine hükümdar oldu. Hazar Denizi'nin doğusundaki Mangışlak Yarımadası'na geçerek Harzemşahların başkenti olan Urgenç kentine gitti. Dağılan devleti yeniden toparlamaya çalıştı, ancak başarılı olamadı. 1221'de Cengiz Han'ın oğulları Çağatay Han ile Ögeday Han komutasında büyük bir Moğol ordusu Urgenç'i kuşattılar ve kenti ele geçirdikten sonra yakıp yıktılar. Celaleddin Harzemşah, Moğol yenilgisinden sonra (1221) Hindistan'a sığındı ve üç yıl orada kaldı.

Celaleddin Harzemşah, 1224'te İran bölgesinde Salgurluların hükümdarı Sad bin Zengi'yi kendisine bağladı. Irak-ı Acem'de ve Isfahan'da hükümdarlığını ilan eden kardeşi Gıyaseddin Pir Şah'a ve Lur hükümdarlarına baş eğdirdi. 1225'te, güney Kafkaslarda çok zengin bir ülke olan Gürcistan'a büyük bir ordu ile sefere çıktı. Hıristiyan Gürcistan Krallığı orduları ile Garnisi'de karşılaştı ve burada yapılan savaşta Gürcüleri yendi. Böylece Gürcistan'ın başkenti olan Tiflis yolu Harzemşahlara açılmış oldu. Fakat geride bıraktığı Azerbaycan ile Kirman'da vali olan Burak Hacib kendine karşı isyan etmesi üzerine galibiyetini Tiflis'in fethi ile sonuçlandırmadan geri dönmek zorunda kaldı. İsyanı bastırdıktan sonra Bağdat çevresini yağmalayarak Temmuz 1225'te Tebriz'i ele geçirdi. Sonrasında yeniden Gürcistan'a yöneldi. Bir elçi göndererek müzakerelere girişti. Tekliflerinin reddedilmesi üzerine ordusuyla Tiflis'i kuşattı ve Nisan 1227'de bu şehri ele geçirdi. Ertesi yıl, Kabil'in kuzeyinde Pervan yöresinde Cengiz Han'ın yöneticisi ve komutanı olan Cigi-Kutuku Noyan'ın komutası altında olan 10.000 kişilik bir Moğol ordusu Celaleddin'in ordusu ile karşı karşıya geldi. Yapılan Pervan Savaşı'nda Harzemşah ordusu galip geldi. Böylece Pervan Savaşı, Moğol ordularının ilk büyük yenilgisi olarak tarihe geçmiş oldu. Pervan'daki Harzemşahların galibiyeti, Moğolların yenilmez bir güç oldukları efsanesine son verdi.

Celaleddin Harzemşah, 1228'de yeni Harzemşah devletinin başında Irak'ın kuzeyi, Kirman, Fars, İsfahan ve Tebriz bölgelerini yönetimi altına aldı. 1229'da Kıpçakları ve Gürcüleri yenilgiye uğrattı. Tiflis'e girdikten sonra Gürcülerin elinde olan Şekan, Gag ve Kağızman kalelerini aldı; Ağustos 1229'da Ahlat'ı kuşattı, Mayıs 1230'a aldı. Bağdat'taki halife tarafından sultanlığı onaylandı. Ancak 10 Ağustos 1230'da, Anadolu Selçuklu ve Memluk ordularıyla yaptığı Yassıçimen Savaşı'nda yenilgiye uğradı. I. Alaeddin Keykubad Erzurum'u, Memluklar Ahlat'ı alınca onlarla barış yapmak zorunda kaldı.

1230 yılının sonlarında Hoy'da bulunduğu sırada, Ceyhun'u geçerek Irak-ı Acem'e giren Moğol güçlerine karşı Anadolu Selçuklu Devleti ile Memluk hükümdarlarından yardım istediyse de, onlardan beklediği desteği alamadı. Ağustos 123l'de Dicle kıyısında Moğolların baskınına uğradı. Ordusu dağıldı, kendisi Meyyafarkin (Silvan) yöresindeki dağlara kaçtı ve orada uğradığı saldırıda hayatını kaybetti. Ölümüyle, Harzemşahlar devleti de or­tadan kalkmış oldu. Tanzimat dönemi yazarlarından Namık Kemal, Celaleddin Harzemşah'ın hayatını aynı isimle bir tiyatro eserine konu almıştır.

 "Hanlar, melihler ve emirler boyunlarında kefenleri olduğu halde, onun önünde diz çöktüler ve bağlılıklarını arz ettiler. Buna mukabil Sultan, harb meclisinde ölünceye kadar savaşacağına yemin etti." (Nesevî, Siratü'l Celaleddin Mengübirti)

 

Ara

Piri Muhyiddîn İbn Hacı Mehmed (1465-1554) benzersiz bir kartograf, kâşif ve denizcilik tarihinde izler bırakmış olan bir kaptandır. 16. Yüzyıl'da Osmanlı Devleti'nin Akdeniz'i bir Türk gölü haline getirmesinde büyük payı olan biri olması bakımından ayrıca önemlidir. Dönemin en önemli gemi yapım ve onarım merkezlerinden ve Osmanlıların deniz üssü olarak kullandığı Gelibolu'da doğdu. Kaptan-ı Derya (Kaptan Paşa) olan amcası Kemal Reis ile daha çok küçük yaştayken birçok denizi dolaşma fırsatı elde etti. İspanya baskısından kaçan Müslüman kesimin Endülüs üzerinden Kuzey Afrika kıyılarına taşınması başta olmak üzere çok sayıda önemli sefere katıldı. Piri Reis için bu seferler yerine getirilmesi gereken görevler olmanın yanı sıra ileri tarihte yazacağı kitaplar ve çizeceği haritalar için eşine az rastlanır araştırma kaynakları niteliğindeydi.

Piri Reis'in Hayatı ve EserleriDenizcilik ile denizler ile ilgili farklı araştırmalar yapıp bilgiler edindiği bu dönemin ardından hayat bulan eserleri ile hem denizcileri hem de Dünya üzerinden henüz keşfedilmemiş olan bölgeler hakkında Osmanlı Devlet yöneticilerini bilgilendirmiş ve denizlerde Osmanlı'nın egemenliğini sürdürmesini sağlamıştır. 1511'de amcası vefatı edince Gelibolu'ya dönen ve iki sene boyunca engin denizlerden uzak duran Denizci Piri Reis, bu zamanı denizcilik tarihinin seçkin insanları arasına girecek olan yapıtlarını oluşturmakla geçirdi.

 

Gelibolu'da bulunduğu dönemlerde Yavuz Selim Mısır kentine savaş açtı ve deniz üzerinden destek sağlama amacı ile İskenderiye'ye yola çıkan filoya kadırgası yardımı ile Piri Reis de katıldı. Özellikle engin bilgeliğin en önemli merkezlerinden olan İskenderiye'yi almak için büyük faydalar gösterince Sultanın ilgisini çekti ve bu yakınlaşmanın sağlamış olduğu fırsat sayesinde önceden hazırlamış olduğu büyük bir haritayı Sultana sundu. Birinci Dünya Haritası olarak geçen ve günümüze sadece bir parçası kalan haritanın diğer yarısının ne olduğu bilinmemektedir.

Piri Reis'in Hayatı ve EserleriPiri Reis tekrar Gelibolu'ya dönerek( ilk seferden sonra) Akdeniz'de gemi ulaşımını kolaylaştıracak olan bilgilerin bulunduğu Denizcilik Kitabı'nı hazırladı.

Günümüzde denizcilerin başucu kitabı niteliğinde olan Kitâb-ı Bahriye'nin asıl tanınan bir hale gelmesi Piri Reis'in İbrahim Paşa ile tanışması sayesinde oldu. Bu tarihlerde Mısır kentinde isyan çıkmış ve isyanın bastırılması için İbrahim Paşa'ya görev verilmiştir. İbrahim Paşa komutasında olanlardan biri de Piri Reis'tir. Piri Reis'in yolculuk boyu sürekli bazı notları incelediğini fark eden İbrahim Paşa, bu notların ne olduğunu sormuştur. Denizlerde güvenli şekilde yolculuk yapmak için tuttuğu bir takım notlar olduğunu söylemiştir. Notları inceleyen Paşa; Piri Reis'ten bu çalışmaları gözden geçirmesini ve yeniden bir araya getirmesini istemiştir. Piri Reis, hazırlanan kitabı Paşa'nın teşviki ve desteği sayesinde Kanunî S. Süleyman'a sunmuştur. Piri Reis 1528 öncekine göre bilgi ve teknik anlamda çok daha üstün ikinci bir dünya haritasını daha çizmiştir. Birinci Dünya Haritasında olduğu gibi bu harita da parçalanmış ve sadece bir parçası günümüze ulaşabilmiştir.

Birinci Dünya Haritası ve Kitâb-ı Bahriye padişahlar tarafından büyük ilgi görünce doğal olarak Piri Reis'in devlet adamları arasında önemli bir yer edinmesine ve takdir görmesine olanak sağlamıştır. Giderek bir coğrafya bilgini, ünlü bir denizci olarak tanınmasına ve Osmanlı ordusunda önemli bir yeri olan Hint Donanması Kaptanlığına getirilmesini sağlamıştır. Bu sayede başlayan devlet görevi, büyük bir siyasi komplo niteliğinde olan ve Mısır valisinin Kanuni S. Süleyman'ı kışkırtması sonucu 1554 tarihindeki idamına kadar devam etti. İdam edildiği zaman Hint Donanması'nda komutan görevini yerine getiriyordu. Piri Reis'in denizcilik tarihi bakımından önemli üç tane önemli yapıtı bulunmaktadır: Birinci Dünya Haritası, İkinci Dünya Haritası ve Kitâb-ı Bahriye.